32. Kış

Dünya böyledir işte. Kiminin doğduğuna sevindiği, kiminin; gittiğini ensesinde hissettiği bir yerdir burası.
    Bugün üstü kapalı yazmak istemiyorum. Daha kolay anlaşılmak istiyorum. Kelimelerim, hâlimi ve hâtıralarımı dolambaçlı anlatmasın istiyorum.

    Bugün doğum günüm. İki senedir kutlamıyorum ve kutlanmasını istemiyorum. Yıllarca neyi kutladığımızı düşünmeden önemli bir gün gibi geldi 4 Aralık. Ömrümün elvedaya çalan rengini göz ardı ettim. Büyümeyi, hayatı, yeryüzünü ve gökyüzünü bitmeyecek bir şeker tadında seyrettim. Sakallarımın yüzümde nasıl duracağını düşledim aynalarda. Merhametim, sakal ve bıyıklarım olduğunda da yüzümden okunur mu düşüncesiyle gözlerimle gülmeyi denedim çoğu zaman. Sonra uzun bir tünelden çıkmış gibi kamaştı gözlerim. İçimde ufacık bir çocuk, dışımda kocaman bir adam insanları anlamayı denedim. Ön yargısı ile hakimlik yapanlar gördüm. Öğrenince mahcubiyet denizinde boğulanlar tanıdım. Ayaklardan çıkan seslerde hınç duydum, tebessüm ettiğim yüzlerde sevgisizlik gördüm, vücudu bıçaklanmış ağaçlarda isim kazılı cinayetler gördüm. Sevgisi bile hicran veren, âh yüklü insanları donuk bakışlarla tarttım. Bunları hep sustuğum dünyada yaptım. Çünkü konuşmanın ne hayrını gördüm ne tesellisini.

    Çok kaygılı yazmıyorum bugün. Kumbarasından 32 sene harcamış, ziyanda olan ve kusurları dağları aşmış bir adam satırları kadar kusurlu olsun istiyorum yazdıklarım. Gece gölgesini arayanlar var mıdır, bilemiyorum ancak şahitliklerimin hicranı düşsün bir gölge gibi…

    Bugün doğum günüm doğru ancak Gazzeli çocuklarımın da şehadet günü. Günlerdir, rüyalarımda görüyorum oradaki vahşeti. İlk defa kaçmıyor ve yas tutuyorum hicranlar üzerine. Gözlerimin tuzlu izler bırakmasına izin veriyorum yüz çizgilerimde. Dudaklarım bir soğuktan titremeyi bilirken şimdi öfke ve acı içinde titriyor.

    Kafamın içinde silahlar ve çocuk sesleri, iki ciğerimin mevzisinde önceden tanıdığım bir sızı hissediyorum. Anatomi çok bilmememe rağmen çocukken doktorlar tarafından istenen kambur filmlerimde tanıdığım omurilik ve göğüs kafesi kemiklerimin ağrıdığını hissediyorum. O zamanlar bu kadar ağrımamıştı. Verilen narkozun etkisi midir yoksa zamanla aşınan hafızamın tesellisi midir, bilemiyorum…

    Kış çocuğu olduğumdan mı ne bütün acıları toplayıp, akşam çayımın huzurunda otururken ve ılımasını beklerken yukarı doğru usulca kıvrılan buharda düşünüyorum hayatımı. Ne kadar zamanın kaldığını ve kulluğun neresinde olduğuma cevap arıyorum. Bulunmayacak bir cevabı aramanın hayal kırıklığını yıllardır biliyorum ve bu arayışı her zaman sevdim, seviyorum. Zamanı neden sorguluyorum? Çünkü ne kadar kaldığını düşününce kırmaktan sakınıyorsun, incitmekten, kurutmaktan… Kulluğu düşününce hâline acıyorsun. Düzeltemediğin, kendi içinde bildiğin düşmanlık eden seni, benden değilsin diyerek kovamıyorsun. Bir taraf çiçek dedikçe diken diyeni kovamıyorsun. Nefs diyip işin içinden çıkmanın kolayına kaçamıyorsun…

    Demin de yazdığım gibi ben kış çocuğuyum. Karlar gibi gün be gün erimek için yaratılmışım. İnsanlara dokunmasın diye topladığım buzdan sarkıtları kendime asmışım. Ağlayan çocukların dünyasında biraz yaşamak ve aşınmak arasında kalmışım. Şairin dediği gibi gamdan kurduğum dağlara sisli bulutları çağırmışım. Oturup bir de kalemle satır satır sızlanmışım. Tam 32. kışı görüyorum artık ömrümde.

    Artık saçlarımda ve bıyığımda çoğalan beyazlar “Çeki düzen ver kendine!” diyor. Kitaplarım, “Hangi konuştuğundan hayır gördün. Beni dinle.” diyor. Parmaklarımın kalan bir kaçı, “Zor günler seni bekliyor.” diyor…

    Bugün 32. kışım. Baharları ve yazları değil soğuğu hissettiğim, neşenin saatliğine değil hicranın sıcaklığıyla ürperdiğim ve vaktimin daraldığını kibarca anlatan bir gün... İsteklerin ve düşüncelerin nasip boyu kadar uzadığı bir yerdir burası. Dünya böyledir işte. Kiminin doğduğuna sevindiği, kiminin; gittiğini ensesinde hissettiği bir yerdir burası. Nasipten öte yolu olmayan çıkmaz bir sokaktır burası…


Yorumlar

Yorum Gönder

Yorum Yapmak İçin..